30 Nisan 2009 Perşembe

Anneler Günü İle İlgili Şiirler Ful

( Mayıs ayının ikinci Pazar günü )

Mayıs ayının ikinci pazar günü Anneler Günü’dür. Anneler Günü evrensel bir gündür. Dünyada milyonlarca ana bugün çocukları tarafından sevgi ve saygı ile anılır.

Anneler Günü ülkemizde 1955 yılından bu yana kutlanıyor. Türk Kadınlar Birliği ülkemizde her yıl çocukları için büyük fedakarlığa katla­nan annelerden birini yılın annesi seçer. Yılın annesinin kişiliğinde tüm annelere iyi dilekler sunulur.

Amerika’nın Filedelfiya eyaletinde 9 Mayıs 1966 günü Jarvis isimli bir kızın annesi öldü. Annesini çok seven Jarvis’in üzüntüsü aylarca sürdü. Hayatla kimsesi kalmayan Jarvis ölüm olayına bir türlü alışamadı. Yaşama küstü. Canlılığını, yaşama sevincini yitirdi. Yemedi, içmedi bir ara ölmeyi bile düşündü. Jarvis’in bu durumunu yakından izleyen komşusu Jarvis’le arkadaş oldu. Bir gün yaşlı komşu söyleşi sırasında Jarvis’e «İnsanlar doğar, yaşar, ölür. Bu bir doğa kanunudur.» dedi. Bu iki cümle, Jarvis’i çok etkile­di. Ölümün de doğmak, yaşamak gibi bir doğa olayı olduğunu düşündü. Ancak bu doğruyu bulmak Jarvis’in annesine olan sevgisini azaltmadı. Aradan geçen süre içinde ölüm sözcüğünün soğukluğu gitti. Yerine anne sevgisinin sıcaklığı geldi. Artık Jarvis annesini gözyaşları ile değil severek. anmaya başladı. Acıları azaldı. İçinde arı, duru bir sevgi oluştu.

Aradan bir yıl geçti. Bu süre içinde Jarvis, hemen her gün annesinin mezarına çiçekler götürdü. Jarvis’in annesinin ölüm yıldönümünde bütün arkadaşları eve geldi. O gün Jarvis arkadaşlarına :

— Geçen bir yıl içinde çektiğim acılar bana şunu öğretti «Dünyada anne sevgisinin yerini dolduracak hiçbir sevgi yoktur. Yılın bir gününü annelere ayıralım. O günü annelerimizle ilgili anılarla dolduralım. Böylece annelerimize olan sevgi borcumuzu ödeyelim.» dedi.

Arkadaşları Jarvis’in önerisini çok beğendiler. Birlikte hemen kentin Belediye Başkanına gittiler. Başkan onları dinledi. Öneriyi içtenlikle benimsedi. Daha sonra bu öneri gazetelere, yazarlara anlatıldı. Jarvis ve arkadaşlarının çalışmaları kısa sürede sonuç verdi. Amerika Birleşik Devletleri Kongresi mayıs ayının ikinci pazar gününün Anneler Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.



Anneler günü ilk kez 1908 yılında kutlandı. Daha sonra bütün uygar ülkelerde kutlanmaya başlandı.

Her yıl mayıs ayının ikinci pazar günü gazetelerde annelerle ilgili yazılar, anılar, şiirler yayınlanır. Radyo ve televizyonda ana sevgisini konu eden konuşmalar yapılır. Türk Kadınlar Birliği’nin şubesi olan illerde yılın anneleri seçilir. Okullarımızda ayrıca Anneler Günü nedeniyle toplantılar düzenlenir. Bu toplantılarda okunan şiirler, söylenen türküler, şarkılar, annelere armağan edilir. Filimler gösterilir. Sergiler düzenlenir.

Anneler Gününde annemize bir demet kır çiçeği armağan ederek, bir güzel sözcükle yanağından öperek onu çok mutlu ederiz.

ANNEM
Annelerin en güzeli,

Sensin, benim güzel annem.

Ilık esen bahar yeli,

Sensin, benim güzel annem.



Güneş yüzlü, altın kalpli,

Ağır başlı, tatlı dilli,

Meleklerin eşi sanki

Sensin, benim güzel annem.



Açan çiçek, çağlayan su,

Gülümseyen engin duygu,

Evimizin mutluluğu

Sensin, benim güzel annem.

H.Latif SARIYÜCE
ANACIĞIM

—Anneme ve bütün annelere—

Nasıl hatırlamam anacığım nasıl

Kaç geceler bana ninni söylerdi

Hasta olunca oydu başucumda bekleyen

Biraz yorulmayayım, üzülmeyeyim, hemen

Alır kucağına okşardı, saçlarımı öperdi.

Nasıl hatırlamam anacığım nasıl

Uzun kış geceleri masal masaldı

Güzel çoban kızları, iyi kalpli sultanlar

Bir suyun akışı gibi geçip gitti zamanlar

Şimdi ne o dünkü çocuk, ne de o masal kaldı.

Nasıl hatırlamam anacığım nasıl

Yıkayan oydu mürekkep lekeli parmaklarımı

Akşam biraz geciksem yollara düşerdi

Sokağa çıkarken «Yavrucuğum üşütme» derdi.

Hemen bir kazak örerdi biraz boş kaldı mı.

Nasıl hatırlamam anacığım nasıl

Bilirim yine kalbinde yerim anacığım

Selam sana Anneler Günü İstanbul’dan

Yeni dönmüşçesine bir akşam okuldan

Vefalı ellerinden öperim anacığım.

Ümit Yaşar oğuzcan
ANNECİĞİM
Ne sevimli bir annesin!

Ne tatlıdır senin sesin!

Benim canım mısın nesin

Sen olmazsan yapamam ben!..



Senden yakın kim var bana?

Kalbim, canım bağlı sana!.. Üzüntüm yok ondan yana Seviyorsun beni de sen.



Gülsem güler yüzün

Ağlamamdan alır hüzün…

Senin gecen ve gündüzün

Işık alır sanki benden!

Rakım ÇALAPALA










ANNE

Annemi ben çok severim,

Melek annem, güzel annem,

Üzülmesin sakın derim

Melek annem, güzel annem.



İyi doğru sözler onda,

Şefkat dolu gözler onda,

Sevgi, ışık var yolunda,

Melek annem, güzel annem.



Anne yüzü ne asil yüz,

Anne gözü ne derin göz,

Anne özü, pırlanta öz,

Melek annem, güzel annem.

Rıfat Necdet EVRİMER
ANNEM
Bağım olsa, bahçem olsa

İpek kumaş bohçam olsa,

Sabah olsa, akşam olsa

Annem gitmese yanımdan.



Her zaman baksam yüzüne,

Uyurum yatsam dizine.

Rastlamadım kem sözüne

Sesi çıkmaz kulağımdan.



Bir sözünü iki etmem.

Canımı verir incitmem

Annemsiz cennete gitmem

Onu severim canımdan

İbrahim ŞİMŞEK





GÜZEL SÖZLER

· Ana sevgisi bütün sevgilerin kaynağıdır.

· Ana evin direğidir.

· Anaya borç tükenmez.

· En değerli armağan sevgidir. Annenize sevginizi veriniz.

Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı şİİR

19 Mayıs 1919 Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a geldiği gündür. Ulusal bayram günümüzdür. Her yıl 19 Mayıs günü Gençlik ve Spor Bayramımız yurdun her yanında spor gösterileri ve törenlerle kutlanır.

1914′de başlayan Birinci Dünya Savaşı dört yıl sürdü. Savaş öncesi Avrupa’nın belli başlı ülkeleri ikiye ayrıldı. Birbirleriyle savaştılar. Bu savaş­ta bizimle birlikte onlar yenildi. Savaş kurallarına göre biz de yenilmiş sayıl­dık. Savaş sonunda Mondros Silah Bırakışması imzalandı. Buna göre Fransızlar Adana ve Hatay’a; İngilizler Urfa, Mardin ve Merzifon’a; İtalyanlar Antalya’ya yerleştiler. 15 Mayıs 1919 günü Yunanlılar İzmir’e girdi. Böylece yurdumuz paylaşıldı. Ordularımız dağıtıldı, İstanbul Boğazı düşman gemileri ile doldu.

Trablusgarp’da Birinci Dünya Savaşı’nda Anafartalar’da düşman güçlerini yenen Mustafa Kemal bu kez yurdumuzu kurtarmak için Anadolu’ya geçmeye karar verdi. 16 Mayıs günü İstanbul’dan Bandırma Vapuru’na bindi. Bu yolculuğu General Hikmet Gerçekçi şöyle anlatıyor : «Karargah üstlerinin hemen hepsini deniz tutmuştu. Kimse kamarasından dışarı çıkamıyordu. Samsun’a az bir yolumuz kalmıştı. Herhangi bir terslik çıkmazsa, çok değil yarın sabah orada olacağımızı ümit ediyorduk, bu düşünceler içinde güvertede ellerimle küpeşte demirini tuta tuta yürümeye çalışırken O’nun kamarasından çıktığını gördüm. Sert bakışlarıyla ufka bir göz gezdirdikten sonra kaptan köşküne çıktılar. Bandırma vapurunda hemen herkesi deniz tutmuştu, oysa Mustafa Kemal dipdiriydi ve çok sağlıklıydı. Kıyı bir ana baba günü halini aldı. Gemimiz demir atınca coşkun gösteriler yükseldi. Hemen ardından geminin etrafını kayıklar aldı. Halkın bu coşkun gösterisini görünce boğazıma bir şey tıkandı, gözlerim yaşardı. Vapur 19 Mayıs sabahı Samsun Limanına yanaştı. Kemal Paşa ve arkadaşları Samsun’da sevinç gösterileri ile karşılandı.» Burada bir hafta kalan Mustafa Kemal Paşa, 27 Mayıs günü Havza’ya geldi. Çalışmalarını burada da sürdürdü.

Mustafa Kemal, Amasya’da yayınladığı genelge ile ulusu, ülkenin bütünlüğünü, bağımsızlığını kurtarmak için birlikte çalışmaya çağırdı. İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal Paşa’nın bu çalışmalarından hoşnut değil­di. Harbiye Bakanı Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’a çağırdı. Bunun üzerine M. Kemal Paşa padişaha telgraf çekerek askerlikten çekildiğini bildirdi. Mustafa Kemal Paşa bundan böyle çalışmalarına sade bir yurttaş olarak devam etti. 4 Eylül günü Sivas’a gitti. Sivas Kongresi’nde «Ya bağımsızlık, Ya ölüm» ilkesi kabul edilerek yurt düşmandan kurtarılıncaya dek savaşmaya and içildi.

Mustafa Kemal Paşa Sivas’tan sonra Ankara’ya geldi 23 Nisan 1920 günü Büyük Millet Meclisi’ni topladı. Meclis başkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa düzenli ordular kurdu. Bu ordular düşmanlarla çarpışmaya başladı. Birinci İnönü, ikinci İnönü, Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Savaşı sonunda yurdumuz düşmanlardan kurtarıldı.

19 Mayıs 1919 Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başladığı gündür. Bugün aynı zamanda Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’mızdır. Spor beden eğitimidir. Spor bedeni geliştirir. Sağlıklı olmamızı sağlar. Spor yapanlar hayatta daha başarılı olurlar. İyi bir sporcu sağlam bedenli, becerikli ve başa­rılı bir insandır, içki, sigara kumar gibi alışkanlıkları yoktur. Spor kötü alış­kanlıkların edinilmesine fırsat vermez.

İlk, orta, lise ve dengi okullarımızda izci örgütleri vardır. İlk okullar­daki bu örgüte küçük izci denir, izcilik, öğrencileri yaşamın güçlüklerine alıştırır. İzcilerin özel giysileri, çantaları, mataraları, ipleri ve çakıları vardır. Beden eğitimi öğretmenleri izcilere yürüyüşler yaptırır. İzciler için yaz aylarında ormanda, yaylada, göl ve deniz kıyısında izci kampları kurulur. Bu kamplarda izciler yaşamın güçlüklerine alışırlar.

19 Mayıs’ta yurdumuzun her yerinde izciler, öğrenciler ve gençler spor gösterileri yaparlar.

19 Mayıs; 1981 yılından başlayarak «Atatürk’ü Anma Günü» olarak da kutlanmaya başlandı. Atatürk bir söyleşi sırasında : «Ben 19 Mayıs’ta doğdum» demiştir. 19 Mayıs bir yandan Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlan­gıcı öte yandan ülkemizin kurtarıcısı, devletimizin kurucusu Atatürk’ün doğum yıldönümü olarak törenlerle kutlanır.

BAYRAM GÜNÜ

Güler yüzlü bir bahar sabahıydı. Babam:

— «Onur, bugün 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı. Bayram törenini birlikte izleyelim.» dedi.

Hemen babamın boynuna sarıldım. Yanaklarından öptüm, içim içime sığmıyordu.

— Sağol baba. Beni ne çok sevindirdin bilemezsin, dedim.

Hemen kahvaltımızı yaptık. Babamın elinden tutarak bayram yerine doğru yürüdük. Yol boyu evler, dükkanlar, mağazalar, okullar, daireler bayraklarla donatılmıştı. Geçit töreninin yapıldığı alana geldik. Konuşmacılar Atatürk’ten Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan kongrelerden söz etti­ler. Çok güzel şiirler okundu. Sonra çeşitli spor gösterileri seyrettik. Liseli ağabeylerin gösterileri çok güzeldi. Ateş çemberinden atlıyorlardı. Burada en çok hoşuma giden gösterilerden biri, beyaz ve kırmızı eşofman giymiş ağabeylerin yere yatarak bayrağımızın resmini çizmeleriydi. Bu gösterileri bütün seyirciler ayakta dakikalarca alkışladılar. Eve gelirken babama :

— Baba, neden 19 Mayıs Bayramı yapılıyor diye sordum.

— «Yavrum dedi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yurdumuzu düşmanlar paylaştılar. Bize yalnız Ankara ve çevresindeki bazı iller kalmıştı. işte bu sırada Atatürk «Türk yurdu bölünmez bir bütündür» diye harekete geçti. 19 Mayıs bin dokuz yüz on dokuzda yurdu düşmandan temizlemek için Samsun’a çıktı. Oradan Amasya’ya, Erzurum’a, Sivas’a giderek Ulusal Kurtuluş Savaşı hazırlıklarına başladı. Ordular kurdu.

Daha sonra yaptığı savaşlarla düşmanı yendi. 29 Ekim bin dokuz yüz yirmi üçte cumhuriyeti ilan etti.

O tarihten beri, her yıl Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gün olan 19 Mayıs’ı Gençlik, Spor Bayramı ve Ata’yı Anma Günü olarak kutluyoruz. Atatürk bu bayramı «Türk gençliğine armağan etti» dedi.

— Demek Ulusal Kurtuluş Savaşımız 19 Mayıs bin dokuz yüz on dokuzda başladı. Onun için her yıl bu ulusal günü bayram yaparak kutluyo­ruz. Gençlik, Spor Bayramı size kutlu olsun, babacığım, dedim.

Babam durdu, gülümsedi.

— Onur. bayram hepimizin bayramı. Hepimize kutlu, mutlu olsun yavrum, dedi.

Onur DURUKAN



MUSTAFA KEMAL PAŞA SAMSUN’DA
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919′da

Samsun’a geldi. Bir süre çalıştıktan sonra

kentin postanesine gitti. Görevli bulunan PTT memuru o günü söyle anlatıyor :

Hava yağmurlu ve elektrikliydi. O zamanlar paratoner sistemi olmadı­ğı için telleri toprağa vermiştim. Saat gece yarısına yaklaştığı bir anda kapıdaki nöbetçi koşa koşa geldi, bir haber verdi. Mustafa Kemal Paşa geliyor. O sırada, Mustafa Kemal Paşa tek odadan ibaret telgrafhaneye girdi. Ayağa kalktım.

— Buyurun Paşam.

— Derhal Havza ve Amasya ile görüşmem gerekiyor dedi.

— Hava elektrikli, telleri toprağa verdik, sizi görüştüremem!

— Bu, vatanın kurtuluşu ile ilgilidir. Muhakkak görüşeceğim, ya ölürüz, ya vatan kurtulur, dedi.

Ceketin cebinden ipek mendilini çıkarıp maniplenin üzerine koydu. Benim için telleri devreye sokmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı.

— «Sen ölürsen ben de ölürüm» dedi.

Elimi bırakması için söylediğim ısrarlı sözlere aldırmadı, elimi uzun süre bırakmadı. Önce Havza’yı aradım. Derhal cevap geldi. Nöbetçi memur, Kemal Paşa’nın adamlarının emir beklediklerini söyledi. Paşa şifreli bir not verdi, yazdım. Gelen şifreli cevaba elimi bırakmadan baktı. Bir kağıda çabu­cak şifreli bir şeyler yazdı. Havza’ya iletmemi söyledi. Amasya ile de istedi­ği konuşmayı yaptı, sonra;

«Oh çok şükür, şimdi vatan kurtuldu.» Dedi ve maiyetiyle gitti. Birden aptallaşmıştım. Oturduğum yerden kalkamadım. Mustafa Kemal Paşa hayatını ortaya koyan bir kişiydi. Fes kapmaya, mevki elde etmeye gelmiş biri olamazdı. O bir gerçek vatanseverdi, Atatürk’e hayranlığım yağmurlu bir gecede böyle başladı işte…

Ahmet Remzi COŞKUNER



ATATÜRK KURTULUŞ SAVAŞINDA
Bir gemi yanaştı Samsun’a

sabaha karşı

Selam durdu kayığı,çaparası,

takası,

Selam durdu tayfası.



Bir duman tüterdi bu geminin

bacasından

Bir duman

Duman değildi bu

Memleketin uçup giden

kaygılarıydı.



Samsun limanına bu

gemiden atılan

Demir değil

Sarılan anayurda

Kemal Paşanın kollarıydı.



Selam vererek Anadolu

çocuklarına

Çıkarken yüce komutan

Karadeniz’in halini görmeliydi.



Kalkıp ayağa ardı sıra baktı

dalgalar

Kalktı takalar, izin verseydi

Kemal Paşa

Ardından gürleyip giderlerdi

Erzurum’a kadar

Cahit KÜLEBİ
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA

Ben o yılların macerasından geldim.

Barut, toz ve ihtilaldi hepten.

Dolaklı hilal bıyıklı süvarilerle,

Hüzünlü marşlar söyleyerekten

Bir davul zurna, bir üçlü, bir bayrak.

Saf çelik kılıçlar ata yadigarı

Yorgun söğütler, mahzun yollar, kağnılar

Göğsü tekmil döğmeli bir zabitin ardından

Bir yıldızlı tan yerine at sürerekten.

Derdini bilemedik,

Dermanın olamadık Gazi Paşa,

Sana hasretimiz cân-ü yürekten.

Artık bir özge tarih oldu yaşadığımız;

Bozkırdan, mavzerden, kandan ve sesten,

Namlular elpençe, süngüler pusuda,

Kalpağın, dolgun bıyıkların, kırbacın

Bir sen kaldın, bir vatan kaldı, bir koşu,

Bir macera kaldı dillere destan,

Bir gök kaldı mavi, bir kitap yeşil.

Gayri bundan geri bana ağlamak yaraşır.

Temmuzda bir serçe kalkar Sakaryadan

Ağustosta kartal döner.

Günler uzar hasretle dışımızdan, içimizden

Bir kudretli kumandadır bakışın Paşam,

Geceler içinde patırtılarla yanar

Ağlamak ne kelime ki bizlere,

Ankara’dan gelir geçer trenim,

Bir gün olur elbet ben de binerim,

Varır toprağına yüzüm sürerim

Biz vatan çocukları. Gazi Paşam,

Dilimiz takılı kaldı;

Diyemedik

Boynumuz bükülü kaldı;

Doyamadık

Turgut UYAR




MUSTAFA KEMAL’İ DÜŞÜNÜYORUM

Mustafa Kemal’i düşünüyorum;

Yeleleri alevden al bir ata binmiş;

Aşıyor yüce dağları, engin denizleri,

Altın saçları dalgalanıyor rüzgarda,

Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri.



Mustafa Kemal’i düşünüyorum;

Yanmış, yıkılmış savaş meydanlarında,

Destanlar yaratıyor cihanın görmediği,

Arkasından dağ dağ ordular geliyor

Her askeri Mustafa Kemal gibi.
Mustafa Kemal’i düşünüyorum

Gelmiş geçmiş kahramanlara bedel

Hükmediyor uçsuz bucaksız göklere;

Al bir ata binmiş yalın kılıç

Koşuyor zaferden zafere.



Mustafa Kemal’i düşünüyorum;

Ölmemiş bir Kasım sabahı;

Yine bizimle beraber her yerde.

Yaşıyor dört köşesinde vatanın;

Yaşıyor damar damar yüreklerde.


Mustafa Kemal’i düşünüyorum;

Altın saçları dalgalanıyor rüzgarda,

Mavi gözlerini ışıl ışıl, görüyorum,

Uykularıma giriyor her gece.

Ellerinden öpüyorum.

Ümit Yaşar OĞUZCAN





BANDIRMA VAPURU
O GELİYOR

Yıl 1919

Mayısın on dokuzu

Ufukta duran gemi gitgide yaklaşıyor.

Sanki harlı bir ateş

Yakıyor ruhumuzu.

Beklemek üzüntüsü her gönülde taşıyor.

Üzülmemek elde mi;

Hız yüklü, inan yüklü, umut yüklü bu gemi

O umut yayıldıkça ruhlara sıcak sıcak,

O hız, doldukça damarlara kan gibi,

Gizli gizli inleyen her yürek canlanacak,

Ateş püskürecek uyuyan volkan gibi;

Gittikçe büyükleşen

Gölgene dikilmekten

Karardı gözlerimiz.

Koş, atıl gemi, sana engel olmasın deniz!

Ak saçlı dalgaları birer birer kes de gel;

Kuşlar gibi uç da gel, rüzgar gibi es de gel.

Celal Sahir EROZAN

Ben «bandırma Vapuru»

Esme rüzgar esme halim perişan

Mustafa Kemal’im güvertede

Ben Karadeniz’de dalgalarla boğuşan

Küçük köhne bir tekne

Baştan ayağa dek iman dolu

Bu hasretlik daha ne kadar uzar

Uçmak isterim Samsun’a doğru

Bakışlarım kararır gözlerim dolar,

Ben «Bandırma Vapuru»

Karadeniz’de küçük köhne bir tekne

Yağma yağmur esme rüzgar

Yolumu bekler Anadolu

Gümüş dere durmaz akar.

Mustafa Kemal’im güvertede

Dayamış alnım ufka bakar.

Ben «Bandırma Vapuru»

Var git başımdan Karadeniz

Bu gece efkarım var
N’oldu ey gönül n’oldu

Gümüş dere durmaz ağlar

Kan ağlar altmış üç ilimiz

Kan ağlar Anadolu

Ben «Bandırma Vapuru»

Mustafa Kemal’im güvertede

Kaputuna bürünmüş

Bakışlarında kararlılık saçlarında rüzgar

Yıldızlar geçiyor alnından

Uzak zaferlerin şavkı vurmuş yüzüne.

Ben «Bandırma Vapuru»

Duyarım sesler gelir Anadolu’dan

Samsun’a doğru

Bir şey var gecenin içinde

Rüzgarlarla karanlıklarla dağılan

Bir şey var gecenin içinde

Mustafa Kemal’in sevinciyle ağaran.

Mesut TARCAN






GÜZEL SÖZLER

· 19 Mayıs güven, sevinç, hareket günüdür.

· 19 Mayıs yeni Türkiye’nin ve Atatürk’ün doğum günüdür.

· Spor gençliğin kuvvet kaynağıdır.

· Gençliğinde dik duranın ihtiyarlığında beli bükülmez.

· 19 Mayıs ulusal egemenliğin başlangıç günüdür.

ÖĞRETMENLER GÜNÜ İLE İLGİLİ ŞİİR TIKLA BEDAVA

Saygıdeğer Öğretmenlerim,
Osmanlı İmparatorluğunu parçalamaya yönelik 1.Dünya Savaşının ardından yok olan
İmparatorluğun üzerine eşsiz bir mücadele sonucu Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
Cumhuriyetimizi kuran iradenin ortaya koyduğu devrimler ve ilkeler
incelendiğinde yeni Türk Devleti için üç hedefin belirlendiği görülür.
Bunlardan birincisi tam bağımsızlık ilkesi: Zaten verilen milli mücadelenin milli
mücadele özünde bir bağımsızlık savaşıdır.
İkincisi ise ulus devlet yapısıdır: Yani tek bayrak tek millet söyleminde
somutlaşan üniter devlet ve toplum yapısı.
Üçüncüsü ise çağdaş muasır medeniyeti yakalamak ve onu da aşmaktır.
Cumhuriyetimizin kuruluşu ile birlikte gerçekleştirilen devrimler ve ATATÜRK’ün
ilkeleri bu amaçları gerçekleştirmeye yöneliktir.
Bu üç temel hedefi Türk çocuklarının, Türk Gençliğinin ve nihai olarak Türk
Ulusunun bilincine yerleştirecek kurumlar eğitim kurumlarıdır. Osmanlı döneminde
çocukların büyük bir kısmı bir eğitim olanağından tamamiyle mahrum idi sadece belirli
bir elitin çocuklarının eğitim görebildiği medreselerde de çağdışı eğitim verilmekte
idi. Öte yandan ülkede yaşayan azınlık okulları veya başka ülkelerin misyonerlik
faaliyetleri amacıyla açmış oldukları okullar vardı. Böylesine çağdışı bir eğitimle
bir ülkenin ayakta kalabilmesi olanaksızdı ve de kalamadı. Bu tarihi gerçeğin çok iyi
farkında olan Cumhuriyeti kuran irade bu nedenle en büyük devrimlerden biri olan
öğretim birliği yasasını çıkararak çağdaş ve Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesine
uygun bir gençlik yetiştirilmesi amaçladı.
80 yılı aşkın süredir devam eden Cumhuriyetimizin bu bağlamda katettiği mesafe
son derece önemli ve takdire şayandır, ancak yeterli değildir.
Okul öncesinde erişilen %15 civarındaki okullaşma oranı, Ortaöğretim düzeyinde %
50 civarındaki okullaşma oranı ve yükseköğrenim düzeyinde %25 civarındaki okullaşma
oranı henüz gelişmiş ülkelerin çok gerisindedir. Elbetteki az gelişmişlik zincirini
kırabilmemiz için bu sayısal değerlerin acilen düzeltilmesi gerekmektedir. Ancak
ülkemizde esas sorun nicelikten ziyade nitelik sorunudur. Üniversite sınavına giren
öğrencilerin %70’inin fenden, %30’unun matematikten sıfır puan alması uluslararası
düzeyde ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde öğrencilerin karşılaştırılmasında Türk
öğrencilerin hep son sıralarda yeralması üzerinde dikkatle durmamız gereken çok önemli
sorunlardır. Bunlarında ötesinde bir devrim yasası olan öğretim birliği yasasına
aykırı olarak oluşturulan eğitim kurumları diğer bir çok önemli sorunu
oluşturmaktadır. Yüce ATATÜRK’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyetini yıkmaya yönelik
yeminlerin yapıldığı tamamiyle denetimsiz kuran kursları, laik Cumhuriyet karşıtı
siyasal yapıların oluşturduğu ve her türlü desteği verdiği “arka bahçemiz” diye
nitelendirdikleri imam hatip okulları, yine laik Cumhuriyet karşıtı özel okullar,
dershaneler, öğrenci yurtları ve ışık evleri öğretim birliği yasasından önemli bir
sapmayı gerçekleştirmiştir. Bu kurumlardan yetişen tamamiyle farklı bir dünya görüşüne
sahip insanlar bu farklılıklarını siyasal, sosyal, kültürel yaşamda ortaya
koymaktadırlar. Bu eğitim kurumlarından yetişen ve siyasal alanda önemli güce erişen
kişi veya gruplar Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesiyle ve çağdaş Cumhuriyetimizin
devlet organlarıyla açık bir biçimde savaşmaktadırlar.
Üniter devlet ve toplum yapımızın ve laik Cumhuriyetimizin bu denli tehdit
altında yaşandığı bir dönem olmamıştır.
Ülkemizin içinde bulunduğu durumu çocuklarımıza ve gençlerimize doğru bir şekilde
anlatmak hepimizin görevi ancak öncelikle de öğretmenlerimizin görevidir. Bu anlamda
öğretmenlerimizin her zamankinden daha fazla sorumluluk taşıdığı bir gerçektir.
ATATÜRK’ün öğretmenlerinin bu sorumluluklarını eksiksiz olarak yerine
getireceğine inancımı belirterek tüm öğretmenlerimizin ve öğretmen adaylarımızın
Öğretmenler Gününü kutluyorum.

29 Nisan 2009 Çarşamba

Ampulün İcadı kim yapmış hayatı ve eserleri

Ampulün İcadı
879’da Edison bir elektrik ampulü icat etti. Kömürleştirilmiş iplikten Flamanlarla deneyler yaptıktan sonra karbonlaştırılmış kağıt flamanda karar kıldı. 1880’de evde güvenle kullanılabilecek ampuller üreterek tanesini 2,5 dolara satmaya başladı. Ancak 1878 yılında bir İngiliz bilim adamı olan Joseph Wilson Swan da bir elektrik ampulü icat etmiştir. Ampul camdı ve içinde kömürleştirilmiş bir flaman bulunuyordu. Swan, ampulün içindeki havayı boşlattı çünkü havasız ortamda flaman yanıp tükenmiyordu. Bu iki bilim adamı güçlerini birleştirmeye karar vererek Edison ve Swan Elektrikli Aydınlatma Şirketi’ni kurdular.
1883'de hayatının en büyük icadı olan Edison etkisi denen olayı gerçekleştirdi; yani ısıtılmış bir filamanın moleküler boşlukta elektron yayınlamasını buldu. 1883'te bulduğu bu olay sıcak katotlu tüplerin temelini oluşturdu. Daha sonra Akkor lambanın üretimini geliştirmeyi başardı, bu da ampulün halk arasında yaygınlaşmasını sağladı.

Abdülhamid İbn Türk hayatı ve eserleri bilimadamları.com

Abdülhamid İbn Türk

Tarihte Türk lakabını taşıyan nadir Türk bilim adamlarındandır. Hârezmi'nin çağdaşıdır. Cebir konusunda yazmış olduğu kitabın ancak küçük bir bölümü bugün elimizde bulunmaktadır. Burada, özel tipler halinde gruplandırılmış ikinci derece denklemlerinin çözümleri, Hârizmi'ninkilerden daha ayrıntılı olarak verilmiştir.

Mesela x² + c = bx denkleminin, diğer denklem tiplerinden farklı olarak iki çözümü olduğunu ayrı ayrı şekillerle göstermiş olduğu halde, Hârizmi bir tek şekil kullanmıştır; ayrıca Abdülhamid ibn Türk, c * (b/2)² durumunda çözümün imkansız olacağını da şekil vererek kanıtlamıştır. Bu nedenle İbn Türk'ün açıklamasının Hârizmi'ninkinden daha mükemmel olduğu söylenebilir.

İbn Türk'ün söz konusu cebir kitabı, Hârizmi'nin ilk cebir kitabı yazarı olma özelliğini şüpheli bir hale getirmektedir, buna rağmen Hârizmi'nin cebir tarihindeki etkisi tartışılamaz önemdedir.

Abdurrahman esSufi hayatı ve eserleri bilim adamları hayatı

Abdurrahman es-Sufi

Abdurrahman es-Sûfi (903-986), Batlamyus'un Almagest'inden yararlanarak hazırlamış olduğu yıldız kataloğu ile tanınmıştır. Bu katalogda, 48 yıldız takımında bulunan yıldızlar tanıtılmış, bunların gökyüzündeki konumları, parlaklıkları ve renkleri bildirildikten sonra, Almagest'te geçen yıldız isimlerinin Arapça karşılıkları verilerek, bu konuda Arapça'daki önemli bir boşluk doldurulmuştur.

Abdurrahman es-Sûfi'nin önerdiği terimler, daha sonra Doğulu ve Batılı astronomlar tarafından kullanıldığı gibi, bunlardan 94'ü modern astronomi literatürüne de girmiştir. 13. yüzyılda Castilla-Leon Kralı X. Alfonso'nun hazırlattığı "Astronomi Bilgisi Kitabı" adlı 4 bölümden oluşan İspanyolca ansiklopedide, Abdurrahman es-Sûfi'nin bu eseriyle diğer Müslüman astronomlarından bazılarının eserlerinden yararlanılmıştır.

Abdurrahman es-Sûfi, astronomi aletlerinin geliştirilmesinde de önemli hizmetlerde bulunmuştur. Güneş'in yüksekliğini ölçmekte kullanılan usturlapların ölçme duyarlılığını arttırmış olduğu gibi, 10 kg. ağırlığında gümüşten bir gök küresi yapmıştır. Ayrıca 123.5 cm. çaplı bir halka kullanarak ekliptiğin eğimini 23° 33'45''olarak tespit ettiği bildirilmektedir.

Abderalı Demokritos hayatı ve eserleri

Doğum ve ölüm tarihleri belli olmamakla birlikte, Zenon'dan 30 yıl sonra doğduğu sanılmaktadır. Çok gezmiş, Babil'e ve matematik öğrenmek üzere Mısır'a gitmiş ve orada 5 yıl kalmıştır. Hatta bu seyahatleri sırasında Hindistan'a kadar uzanmış olduğu sanılmaktadır. Ancak Demokritos bir gezgin değil, bir bilgi arayıcısıdır.

Demokritos'a göre evren, doluluk ve boşluktan oluşmuştur. Dolu kısım, bölünemez küçük parçacıklar, yani atomlar tarafından doldurulmuştur; bunlar ölümsüz ve yalındırlar. Nitelikleri aynı ama biçimleri ayrıdır. Varlıklar, bu atomların bir araya gelmelerinden oluşmuşlardır ve bir arada bulundukları sürece vardırlar; şayet bunları oluşturan atomlar bir nedenle dağılırsa yok olur giderler.

Evrende gözlemlenen değişim, atomların birleşmesi ve dağılmasından ibarettir. Atomcu kuram, özünde mekanist ve deterministtir, ama bu dönemde atomların nasıl hareket ettiklerine ilişkin güçlü bir yaklaşımın eksikliği duyulmaktadır.

Demokritos, ruhu maddeden ayırmaz; ruhu oluşturan atomlar daha ince, daha hafif ve daha hareketlidir; hepsi o kadar. Bu tür ince atomların birleşimine ruh dediği gibi akıl da der. Bunlar, evrenin her yerine dağılmıştır; öyleyse evren canlı ve akıllıdır. Ancak Tanrı yoktur; Anaksagoras'ın belirttiği anlamda bir nous da bulunmaz.

Hindistan'da da atomcu görüşlerle karşılaşılmaktadır; ancak tarihini saptamak olanaksızdır. Eğer daha önce ise, Yunanlıların bundan haberdar olup olmadıkları düşünülebilir. Haberdar olmaları olanaksız değildir; çünkü Demokritos İran'da bulunduğu sıralarda doğrudan veya dolaylı olarak bu görüşleri öğrenmiş olabilir.

Gerek Yunan'da ve gerekse Hint'te birbirlerinden bağımsız olarak düşünülmüş olması da mümkündür; ancak atomcu görüşün Doğu kökenli olduğuna ilişkin başka bulgular da vardır. Mesela Poseidonius (M.Ö. 1. yüzyıl) bu kuramı, bir Fenikeli olan Sidonlu Mochos'a, yine Byblioslu Filon ise Beyrutlu Sanchuniaton'a atfetmektedir. Filon, bu adamın kitaplarını Yunanca'ya çevirmiştir.

Demokritos matematikle de ilgilenmiş ve "Bir Daire veya Bir Küreye Çizilen Teğet", "Geometri Üzerine", "Sayılar Üzerine" (aynı adı taşıyan bir yapıtı daha vardır) ve "İrrasyoneller Üzerine" adını taşıyan yapıtlar vermiştir.

"Bir Daire veya Bir Küreye Çizilen Teğet" te, kürenin veya dairenin teğetle ortak olan bir tek noktası bulunduğunu ve teğet biraz oynatılacak olursa, bu defa daireyi ve küreyi iki noktada keseceğini ve teğet olma özelliğini kaybedeceğini söyler.

"Geometri Üzerine" adlı yapıtın içeriğine ilişkin fazla bir bilgiye sahip değiliz. Ancak Chrysippus'a dayanarak Plutarkos'un yapmış olduğu şu aktarma gerçekten çok ilginçtir: "Demokritos, bir koninin, tabanına paralel olan dairelerle kesilecek olursa, kesitlerin yüzeyine ilişkin neler söylenebileceğini sormuştur. Bunlar eşit midir? Yoksa değil midir? Eğer eşit değillerse, o zaman koninin yüzeyi merdivene benzeyecek, yani düzgün olmayacaktır. Eğer eşitlerse, o zaman da koni bir silindir özelliğine sahip olacaktır. Bu son derece gariptir."

Bu yorum son derece ilginçtir; çünkü Demokritos, bu yorumunda, bir cismin sonsuz sayıda kesitten oluştuğunu göstererek Archimedes'e yaklaşmıştır. Demokritos şunu sezmiştir: Eğer iki piramit, eşit tabana ve eşit yüksekliğe sahipseler, tabana paralel olan düzlemler tarafından eşit yüksekliklerden kesildiklerinde oluşan piramit kesitleri birbirlerine eşit olacaktır. Sonsuz sayıdaki kesitleri eşit olduğu için, iki piramidin hacimleri de eşittir.

Bu bir bakıma, Cavalier'in ortaya koyduğu, "İki hacimin, aynı yükseklikten alınan kesitleri, her konumda eşit iseler, bu iki hacim eşittir." ilkesine benzemektedir. Demokritos'un incelemiş olduğu konular, Eukleides'in Elementler'de incelemiş olduğu bazı konularla paralellik göstermektedir.

"İrrasyonel Doğrular ve Hacimler" adlı yapıtı, konilere ilişkin yapmış olduğu çalışmaların sonucunda yazılmıştır. Burada irrasyonelleri incelemiş olması çok doğaldır. İçeriğinin ne olduğu bilinmese de, irrasyonel doğruların bölünemez olduğunu düşünmüş olabilir.

Konilerde karşılaşmış olduğu sürpriz karşısında, nasıl bir tavır takınmış olduğu bilinmiyor. Acaba benimsemiş olduğu atom kuramıyla, bu sonucu nasıl uzlaştırmıştır? Çünkü atomun parçalanamaz olduğunu kabul ederse, koni kesitlerinin merdiven biçiminde olduğunu da kabul etmek zorunda kalacağı açıktır.

Platon, Demokritos'tan hiç söz etmez, ama Aristoteles övgüler düzer. Archimedes ise, aynı taban ve aynı yüksekliğe sahip bir koni ile bir silindirin hacimleri arasında 1/3 oranının bulunduğunu keşfetmiş olmasına büyük bir değer verir; ancak bunun kanıtını vermemiş olduğunu da ekler.

Demokritos'un "Gezegenler Üzerine" ve "Büyük Yıl" veya "Astronomi" adlı yapıtları ise astronomiyle ilgilidir. Yer'in, ortası delik, düz bir disk biçiminde olduğuna inanır. Gök küresini, kuzey ve güney gökküreleri olmak üzere iki yarım küreye böler ve güneydeki yıldız kümelerinin kuzeydekilerden farklı olduklarını söyler. Bu görüşleri, Yer'in düz olmasıyla nasıl uzlaştırabilmiştir? Bunu açıklamak güçtür; ancak bu yaklaşımı, kendisinin büyük ölçüde Babillilerin etkisi altında kaldığını göstermektedir.

Aynı zamanda iyi bir kozmologdur (yani evrenbilimcidir). Ona göre, evrende çok sayıda ve çeşitli büyüklüklerde dünyalar vardır. Bunlar birbirlerinden farklı uzaklıklarda bulunurlar. Bazıları oluşmaktadır; bazıları oluşmuştur ve bazıları ise çökmektedir. Bunlardan bazıları çarpışarak yok olurlar. Bazılarında su, bitki ve hayvan yoktur. Bizim bölgemizde ilk önce Yer oluşmuştur. Ay, yıldızların en altında bulunur; onu Güneş ve gözle görülebilen beş gezegen izler.